4 bin yıldır her şey aynı! Ölen babasına mektup yazdı, şifreyi rüya tabiriyle çözdü

Fazilet Şenol / Milliyet.com.tr – Düşmek, canavarlar tarafından kovalanmak, topluluk içinde çıplak kalmak günümüzde en sık karşılaşılan korkutucu rüyalar olabilir. Ancak dünyanın en eski kâbusları daha az aksiyon doluydu. Bundan 4 bin yıl önce yaşayan Mısırlıların gece korkusu bakışlara odaklanıyordu. M.Ö. 2100 civarında Heni adında Mısırlı bir adam, ölen babasına bir mektup yazarak ondan kabuslarıyla ilgili yardım istedi. Heni, ölen babasının hizmetkarı Seni’nin rüyalarında ona nasıl baktığını anlattı. Heni mektupta babasına yalvarıyordu: “Bana zarar vermesine izin verme.”

Mısırlılar, ölen kişiyi bir isteğe yanıt vermeye ikna etmek için içinde lezzetli adakların bulunduğu kaselerin üzerine yazılar yazardı.

GİZLENEN BİR DÜNYAYA AÇILAN PORTAL

Heni’nin mektubu, kraliyet dışı ‘Ölüye Mektuplar’da bulunan, eski Mısır’daki rüyalara ilişkin en eski referanslardan biriydi. Papirüs veya çömlek üzerine yazılan, genellikle ölü akrabaların mezarlarına bırakılan bu mektuplar mülkiyet anlaşmazlığının sona erdirilmesi veya çocuğun sağlıklı doğumu gibi iyilik taleplerini içeriyordu. Mısırlılar rüyayı, normalde gözlerden gizlenen bir dünyaya erişmenin bir yolu olarak görüyorlardı ve bu sebeple rüya görmeye büyük değer verdiler. Tarihin ilk rüya tabirleri kılavuzunu tasarladılar, rüyalarını ve kâbuslarını kaydettiler. Eski Mısır’da rüya için en yaygın kullanılan kelime “uyanış” anlamına gelen ‘resut’ sözcüğüydü. Rüya görmek için bir fiil yoktu; aktif değil pasifti, gözlemlenmesi gereken bir şeydi.

Uyku portalından geçen Mısırlı rüya görücüler, öbür dünya ile gündelik hayat arasında var olan başka bir dünyada uyandılar. Çünkü bu alanda tanrılardan ve ölülerden bilgi alabilirlerdi. Mısır’da eşi benzeri olmayan bir zenginlik ve güç dönemi olan Yeni Krallık’ta (M.Ö. 1550-1069) firavunlar, kendilerine hükümdarlıkları hakkında önemli mesajlar getiren tanrıları rüyalarında görürlerdi. Uzaktan bakıldığında bu rüyaların kişisel itibarını güçlendirerek propaganda amacına hizmet ettiği görülüyordu. II. Amenhotep  ve Merneptah, sözde onlara savaşta cesaret veren tanrılar tarafından ziyaret edilirdi.

En ünlü kraliyet rüyasının iyi bilinmesinin nedenlerinden biri de Büyük Sfenks’i içermesiydi. M.Ö. 15. yüzyılın sonlarında genç prens Thutmose, kendi zamanından yaklaşık bin yıl önce inşa edilen ve çöl kumlarına gömülen Büyük Sfenks’in gölgesinde avlanıyordu. Dinlenmek için oturdu ve uykuya daldı. Rüyasında tanrı Re-Horakhty’nin kendisine göründüğünü ve ona Sfenks’in kumlarını temizlemesini söylediğini görmeye başladı. Eğer bunu yaparsa Thutmose firavun olacaktı. Tanrının isteği yerine getirildikten sonra kehanet yerine gelecekti.

TAHTLARINI GÜVENCE ALTINA ALMAK İSTEDİLER

Firavunlar tahtlarını güvence altına almak için rüyaların gücünü kullandılar ancak sıradan Mısırlılar gece rüyalarının şifresini çözecek rehberler arıyorlardı. M.Ö. 1220 civarında yazılan ve ‘Chester Beatty Papirüsü’ olarak adlandırılan kitapta bulunan ‘Rüya El Kitabı’ da böyle bir rehberdi. ‘Rüya El Kitabı’ büyük olasılıkla gerçek rüyaların bir kaydı olmaktan ziyade potansiyel rüya görüntülerinin bir kataloğu olsa da, sıradan Mısırlıları ilgilendiren konuları ortaya koydu. Üçüncü Ara Dönem’in (M.Ö. 1069-664) ilk yıllarında, artık ‘Kehanet Tılsım Kararları’ olarak adlandırılan koruyucu büyüler içeren bir dizi metin, kâbusları savuşturmak için moda oldu. Bu çalkantılı dönemde Mısır, güçlü Asur İmparatorluğu’na karşı bağımsızlığını korumakta zorlanıyor ve başarısız oluyordu. Mısırlılar bu koruyucu büyüleri kötü rüyaları ve uyku felcini uzak tutmak için kullandılar.

Chester Beatty Papirüsü’nde ayrıca rüya görenin yüzüne sürülen ekmek, şifalı bitkiler, bira ve mür lapası kullanılarak kötü rüyaları uzaklaştıracak bir tedavi de yer alıyor. Uzmanlar birçok açıdan, eski Mısır’ın kâbuslarla mücadele yöntemlerinin bugünün yöntemlerinden sandığımız kadar uzak olmadığını söylüyor.

‘TOPLUMU YÖNLENDİRME İHTİYACI DUYMUŞLAR’

Psikolog ve Rüya Analisti Ahmet Öztürk de kayıtlı formlara bakıldığında rüyaların güncel yaşam içerisinde güdülen sınıfsal duruma göre kayıt altına alındığını belirterek, “Bu sınıfsal durum yönetilenle yöneten arasında. Yöneten kısım kendine göre bir mekanizma içerisinde ve yönetilen grup ise yöneten grubun kendine oluşturduğu güvenli alan içerisinde hizmet eden kitle. Sanayi Devrimi gelene kadar bu böyle devam etti. Kayıtlara baktığımız zaman yönetilenin rüyalarına pek değer verilmemiş, genellikle yöneten değerli olduğu için onların rüyaları kayıt altına alınmış” ifadelerini kullandı.

Yöneten grubun gördüğü rüyaların en erken Sümer tabletlerinde simgesel olarak kayıt altına aldığını belirten Öztürk, M.Ö. 650 yıllarında ise Urartuların kaleme aldığını dile getirdi. Öztürk şu açıklamalarda bulundu:

“Çok ayrıntılı değil ancak yine yönetenin gördüğü rüyalar üzerine gelişiyor. Rüyalar genellikle görenin muhatabıdır. Yönetenin gördüğü rüya aslında toplumu ilgilendirmiyor. Burada Mısır, Urartu ya da Sümer’deki rüyalara baktığımız zaman ülke genelinde saltanata ya da hükümdarlığa dikkat çeken rüyalar var. Rüyaları ister istemez, gerek sorumlulukları gerekse tahtlarını korumak için yönetim altında kalan tebaaya yönelik değerlendirme gereği görmüşler.”

İtalya Torino’daki Mısır Müzesi’nde sergilenen Kraliyet mimarı Kha ve eşi Merit’in mezarından alınan ahşap yatak. Yatak ölen kişiye öbür dünyada hizmet etmek için tasarlanmıştı.

‘RÜYADA KÖTÜ DİYE BİR ŞEY YOKTUR’

Mısırlıların yönetimde bulunmaya hak kazanmış özel bir kesim olduğunu düşündüklerini ve bu sebeplere söylediklerinden çok gördükleri rüyalara da büyük önem atfedildiğini belirten Rüya Analisti Öztürk, “Rüyaların bazılarını çözebiliyorlar, bazılarını anlayamıyorlar. Anlayamadıklarını da danışmanlık veren, sözü geçen, insanları kitlesel şekilde etkileyen danışmanlarına soruyolar. Danışmanlar bu rüyaları genellikle ülke savunmasına ya da genellikle olumsuzluğa yoruyorlar. Bu durum zaman içerisinde o kadar çok oturuyor ki günümüzde de rüyalar içinde bulunduğumuz ya da sonraki dönemlerde ortaya çıkabilecek kötülük ve olumsuzluklara yönelik uyarı şekli olarak algılıyoruz” diye konuştu.

Rüyaların genellikle kişinin kendisi ve çevresi için olumsuz uyarılar verdiğine yönelik olan düşünme biçiminin yanlış olduğunu dile getiren Ahmet Öztürk sözlerini şöyle noktaladı:

“Atladığımız durumsa rüyalarda, bireysel olarak kişinin çevresi ve kendi dışındaki fertleri karıştırmadan uyarılar veriliyor. Günümüzdeki her birey rüya görüyor. Bireyin gördüğü rüyalar genellikle kendisini kötüye ya da olumsuza yönelik hazırladığına yönelik değişmeyen bir anlayış gelişmiş yüzyıllarca. Rüyaların hepsi gelecekteki olumsuzluklarla ilgili uyarı niteliğinde düşünülüyor. Ancak rüyada kötü diye bir şey yoktur. İster sakin bir rüya olsun isterse karabasan gibi bir rüya olsun önemli olan, rüyayı hatırladıktan sonra aklımızda kalan, rüyanın içerisindeki uyarı kısmı. Rüyada görülen herhangi bir kuvvetli simge, uyandıktan sonra kişinin aklına geliyor ve meşgul ediyorsa demek ki orada kişi için gözden geçirilmesi gereken bir alışkanlık var veya bir şekilde çözülmesi gereken bir durum var. Rüyalar bu şekilde kişiyi uyarırlar. Bunun haricinde gelecekle veya geçmişle ilgili bir durumu haber etmezler. Rüya yalnızca gören kişiyle ilgili.” 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

x